Yahya Kemal’ e neden hep yoksullukla ilgili yazdığı sorulduğunda, ” Bir ülkede yoksulluk varsa onu yazmayan, yazar bile olamaz. Yoksulluk insanlığın en aşağılanmış yeridir bugünkü zamanda. Bu dünyada insanları yoksul etmeyecek her şey var. Bu insanoğlunun en utanç verici yanıdır.” demişti.
Zorunlu hizmetteyken bir kadın yüksek tansiyon nedeni ile başvurmuştu. Obezitenin tansiyona neden olduğunu söylemiş ve diyet yapmasını önermiştim. Bende diyet yapacak para mı var demiş, kapıyı çekip çıkmıştı. Neyse ki kapıda bekleyen 20 hasta şokta kalma süremi kısa tutmamı sağlamıştı.
Gerçekten de yoksulluk kötü sağlık sonuçlarına neden olur. Kalp krizlerinin sebepleri arasında yoksulluk olduğu bilinir. O halde bir hekim o ülkede yoksulluk varsa Yahya Kemal gibi en azından bu konuda düşünmeli ve konuşmalıdır. İktisatçıların eğitim ve tecrübeleri arttıkça diğer insanlardan daha bencil hale geldiğine dair yayınları gördükçe fark ettim ki ekonomi sadece iktisatçılara bırakılmayacak kadar önemli bir konu.

Hindistanda şeker kamışı çiftçilerinde yapılan bir incelemede hasattan önce ve hasat bitip çiftçiler paralarını aldıktan sonra IQ testi yapılmış. Çifçilerin parasız zamandaki IQ’larının 14 puan düşük olduğunu saptamışlar. 14 puan düşüş gece uykusunu hiç alamadığımız veya alkollü halimizdeki düşüş ile eşdeğer. Yani yoksullar aptal oldukları için kötü kararlar almıyorlar, ağır stres ve yaşam koşullarının etkisi ile bu kötü kararları alıyorlar. Yoksulluğun getirdiği stresin beyinde yarattığı yıkım nedeni ile fakirden yüksek başarı beklemek haksızlık olur. İstisnalar bu noktada kaideyi bozmayacaktır.
Eski kültürde bir fakirle karşılaşıldığında kaderin sillesini yemiş, bahtsız gibi deyimler ile kişi anılırdı. Batıdan yükselen sosyal darwinzim, yoksulların kişisel başarısızlıkları nedeni ile fakir oldukları, güçsüz olanın elenip gideceğini bunun doğanın kanunu olduğunu iddia etti. İnsan onurunu hiçe sayan sömürgeciliklerini de zaten bu temelde meşrulaştırdılar. Ancak biliyoruz ki fakirlik bireysel başarısızlık değil toplumsal bir başarısızlıktır. Üretilen gelirin bölüşüm bozukluğudur, gelir ve fırsat eşitsizliğidir. Üstelik yoksulluğun sağlık, sosyal ve ekonomik etkileri de düşünüldüğünde, yoksulluk toplumun sahip olduğu çok da pahalı bir problemdir.
Kapitalizm var olduğundan beri eşitisizlik artıyor ancak eşitsizliği sınırlayan kötü ve iyi faktörler var. Kötü güçleri savaşlar, doğal afetler ve salgın hastalıklar ; iyi güçleri eğitimin yaygınlaşması, sosyal transferler, artan oranlı vergilendirme olarak ayırıyor Milankovic. 1. ve 2. dünya savaşları düşünülenin aksine eşitsizliği azalttı ancak toplam gelir de azaldığı için sefalet getirdi. 1950’lerden sonra ise sosyalist dengelenme ile meydana gelen siyasi tercihler ile eşitsizlik azalmaya devam etti. Ancak gelir eşitsizliği 1980’den beri hızla kötüleşiyor.
Hem demokrasinin hem istikrarın önemli paydaşı olan orta sınıfın ekonomiden aldığı pay tüm dünyada azalıyor. Zenginlerin daha zengin fakirlerin daha fakir olmasının nedeninin ekonomik sistemimiz alakalı olduğu aşikar. Üstelik eşitisizliği arttıran ekonomik sistem; politikacılara verilen desteğin zengin birey ve şirketlere kaymasına neden olarak demokrasileri – Marx’ın deyimi ile- ” mülk sahibi sınıfın diktatörlüğü”ne çeviriyor. Politika ve medyada kullanılan muazzam miktarda para da bireylerin kendi iktisadi çıkarlarınca oy vermelerini değil ; din, göç ve kimlik temelli problemlere göre oy vermelerini sağlıyor. Medyadaki Türk-Kürt, seküler-muhafazakar kültür çarpışmaları aslında iktisadi gücün zenginlerde toplanmasını maskeliyor. Ekonomi ve politika arasındaki kısır döngü kaosu besliyor.
Devletin buradaki pozisyonu 1980’lerdeki “de-regülasyon” ile oldukça karmaşık bir hale gelmiştir. Devletin asimetrik gücünün piyasanın üzerinden çekilmesi ile piyasaya girişlerin artacağı, “görünmez elin” her şeyi zamanla düzenleyeceği iddiası hedeflenenin aksine tekellerin büyümesi ile sonuçlandı. Rant rüşveti, yöneticilere yakınlık ile istenilen kanunların çıkarılması veya düzenleyici kurumlarda çalışanların sektörlere iyi hizmet eder ise devletten ayrıldıktan sonra dolgun maaşlara kavuşması, yöneticilerin o ya da bu nedenle denetleyicileri seçerken sektörün onayladığı isimlerin seçilmesi gibi faktörler piyasanın serbestliğini azalttı ve tekelleşmeyi arttırdı.
Sosyalizm denemesi eşitsizliğin azaltılması açısından başarılı olsa da büyüme ve yeniliklerin yaratılması konusunda geride kalarak başarısız oldu. Başarısızlık sosyalizmin içsel özelliklerine , çıktığı yere (rusya pek de gelişmiş bir ülke sayılmaz ) ve zamana (dijital çağda daha başarılı uygulamalar planlanabilir.) bağlı olabilir. Ancak sosyalist modellerden öğrendiğimiz, iktisadi koşullar dikkate alınmadan eşitsizliğin azaltılmasının sınırları olduğudur.
Burada önemli nokta devletin ne derece ve ne şekilde piyasaya müdahil olacağıdır.
- Rekabet tam olmadığında
- Dışsallıklar (Bir kesimin davranışlarının diğerlerinin üzerinde olumlu veya olumsuz etkileri olmasına rağmen bu kesimin sonuçların karşılığını alamaması veya olumsuz etkiler için ödeme yapmaması)
- Bilgi eksikliği veya asimetrisi
- Risk piyasalarının yokluğunda
Serbest piyasadan bahsetmek mümkün olmaz. Ekonomi konusunda bir karara varırken tıpta bizim yaptığımız gibi , müdahalenin işe yarama şansı nedir, müdahalenin riskleri nelerdir, hiçbir şey yapmamanın riskleri nelerdir, müdahale kısıtlılıkları nedir bütün bunların düşünülmesi ve mümkün olan en geniş mutabakatla karara varılması gerekir. Önemli nokta karar vermemize yardımcı olacak sağlam verilere ve şeffaf mekanizmalara sahip olmamızdır.
Eşitsizlik ülkelerin kendi içindeki farktan ise – türkiye’de zengin ve yoksulların oluşu- bu durum sınıfsaldır. İşçisin sen işçi kal dediği gibi cem karacanın. Ancak dünyada eşitsizliğin %80’i kişinin nerede doğduğundan kaynaklanır. Milankovic’in deyimi ile vatandaşlık priminden veya vatandaşlık cezasından. Bugün zengin bir ülkede doğmuş olmak zengin bir aile içinde doğmaktan daha önemlidir. Aslında göç ve mülteci sorununu bu çerçevede okumak gerekiyor. Yoksul bir ülkeden göç ederek gelirini iki, üç hatta ona katlama fırsatlarına sahip olur insanlar. Sermayenin küreselleşmesi ile sınıfsal yoksulluk daha az önem arz ediyor. ( sorry marx ).
Ancak ülkeler arası eşitisizlik odaklanmam için fazlaca geniş olduğundan dikkatimi ülke içi yoksullukta tutacağım. Paranın mahiyeti, güç istenci, emeğin serbestçe göçü gibi konuları başka bir yazıya bırakıyorum.
Temel mantık üst kesimdeki aşırılıkları dengelemek, orta kesimi güçlendirmek ve alt kesimdekilere yardım etmek.
- Üst kısımın aşırılıklarını dengelemek veraset vergisi ve artan oranlı vergilendirme ile olur. Çağımızdaki en büyük sorun talep eksikliğidir. Talep düştüğünde tüm kesimler zarar görür. İşsizlik artar, vergi gelirleri düşer, fiyatlamalar bozulur. Gelirin çok büyük bir kısmı zenginlerde toplansa da , nüfusun büyük çoğunluğu orta yada düşük gelirli olduğu için toplam talebi bu grup oluşturur. Üstelik alt kesimler gelirlerinin tamamını harcar, üst kesimler tasarruf eğilimindedir. Zenginlerden alınan vergi adil bir şekilde alt sınıflara ulaştırılırsa toplam talebin artması refahı arttıracaktır. Vergide gönüllülüğün sağlanması için devletin vergi gelirlerinin şeffaf ve hesap verilebilir olması şarttır.
- Gayri safi yurt içi hasıla gibi oldukça geri kalmış bir ekonomik göstergeyi takip etmeyi bırakmalı, dünyayı ve insan onurunu önceleyen yeni metrikler bulmalıyız.
- Kamu kaynaklı rantları engellemeli, rantiye oluşacaksa o bölgenin insanının refahını arttıracak şekilde vergilendirilmelidir. Bence rant vergilendirilirken genel bütçeye değil, bir şekilde olumsuz etkilerine maruz kalanların hayat kalitesini arttıracak şekilde aktarım sağlanmalıdır.
- Ekonomimiz konusunda tekel haline gelen bankacılık ve finans sektörünü yeni teknolojik uygulamalar ile çeşitlendirmeliyiz. Hiçbir kurum batmak için çok büyük olmamalı. Nasıl olsa batmama izin verilmez düşüncesi, ahlaki çöküntü ile reel sektöre ciddi zarar veriyor.
- Gelir eşitsizliğini sadece nakdî yardımla değil ayni yardımla da çözebiliriz. Temiz gıda, kaliteli eğitim, iklim ile uyumlu barınma önceliklerimiz olmalı. Yapılan bu ayni yardım organizasyonu ile oluşacak yeni iş olanakları, gelir eşitsizliğinin azalmasına katkıda bulunacaktır.
- Bireysel başarının temel belirleyicisi kişinin başlangıç noktasıdır. Başlangıç noktasını ebeveynlerin geliri ve eğitimi belirler ve tabi ki şans da rol oynar. Çocuklarımıza fırsat eşitliği sağlayabilirsek , 2 -3 nesil sonra bambaşka bir Türkiye’de yaşayabiliriz.
Günümüz iktisadi koşulları iklim krizi, makineleşme ve otomasyonun işgücü üzerindeki baskısı ile yeni zorluklarla karşı karşıya. Tüketimin çevre üzerine etkileri, küresel ısınmanın yaratacağı güçlükler, internet ve ağ teknolojisinin yenilikleri yepyeni bir ekonopolitika üretmemizi şart koşuyor.
Kaynaklar:
Küresel Eşitsizlik, Branko Milanoviç
Eşitsizliği Bedeli , Joseph E. Stiglitz